Türkiye-Suriye Zirvesi: Barış mı, Yeni Kriz mi?
Ankara'nın serin sonbahar sabahında, Dışişleri Bakanlığı'nın koridorlarında tarih yazılabilir. Bugün, 12 Ekim 2025'te, Türkiye ile Suriye arasındaki güvenlik zirvesi, yıllardır buz tutmuş ilişkileri eritebilir mi? Hakan Fidan, Yaşar Güler ve İbrahim Kalın'ın Suriyeli muhataplarıyla masaya oturacağı bu buluşma, sadece bir diplomasi sahnesi değil; belki de "Türkiye Yüzyılı"nın Ortadoğu sahnesinde yeni bir perde. Ama asıl soru şu: Bu zirve, barışın kapısını mı aralayacak, yoksa eski yaralara yeni bir yara bandı mı olacak?
Düşünün: 2011'de Suriye'de iç savaş patladığında, sınırlarımız bir gecede mülteci dalgalarına ve terör tehditlerine açıldı. Bugün Türkiye'de 3,5 milyona yakın Suriyeli yaşıyor – bu, sadece bir rakam değil; Hatay'da esnafın dükkân önünden geçen kervanlar, Gaziantep'te okul sıralarında kurulan dostluklar, İstanbul'da sıkışan otobüsler demek. Ama madalyonun öbür yüzü karanlık: PKK/YPG'nin Suriye kuzeyindeki varlığı, Barış Pınarı gibi operasyonları zorunlu kıldı. Bu zirve, işte bu kaotik tablonun göbeğinde. Güvenlik iş birliği ne anlama geliyor?
Terörle ortak mücadele mi, sınırları betonlaştırmak mı, yoksa mültecilerin evlerine dönüşü için bir yol haritası mı? Bakanlık, "güncel gelişmeler" diyor; muhtemelen Suwayda'daki isyanlar, ABD'nin YPG desteği ya da Rusya'nın Esad'ı kollayan gölgesi masada.
Biraz geri saralım. Suriye krizi, Türkiye'yi sadece askeri değil, ekonomik ve insani bir sınavdan geçirdi. Göç İdaresi'nin verilerine göre, mülteci yükü yılda 40 milyar doları buluyor – bu, her birimizin cebinden çıkan bir fatura. 2023 Astana Zirvesi'nde filizlenen yumuşama, 2024'te Şam-Ankara hattında sıklaşan temaslarla büyüdü. Ama tam normalleşme? O hâlâ bir hayal. Suriye rejimi, YPG'yi "iç mesele" sayarken, Türkiye için bu bir kırmızı çizgi.
Zirve, bu çelişkileri çözebilir mi? Ortak devriyeler, istihbarat paylaşımı ya da mülteci dönüşü için somut adımlar gelir mi? X'te yankılanan sesler karışık: Voice of Levant "barış kapıda" diyor, ama bazıları "YPG'ye net tavır olmadan güven olmaz" diye uyarıyor. Sputnik Türkiye'nin "önemli adımlar" müjdesi ise temkinli bir iyimserlik aşılıyor.
Peki, kim ne diyor? Hükümet, bu zirveyi Erdoğan'ın "bölgesel liderlik" hamlesinin bir parçası görüyor. Suriye'yle normalleşme, savaş öncesi 2 milyar dolarlık ticareti diriltebilir, enerji hatlarını canlandırabilir. Ama muhalefet frene basıyor: CHP, "Mülteci dönüşü olmadan alkış yok" diyor.
Haklılar; 14 yıllık kriz, seçim meydanlarında "göçmen sorunu" diye yankılanıyor. Küresel sahnede ise iş daha karışık: ABD'nin YPG'ye desteği, Rusya'nın Esad'a kalkanı, Türkiye'yi satranç tahtasında dikkatli hamlelere zorluyor. Gazze ateşkesinin gölgesinde, bu zirve Ortadoğu'da yeni ittifakların habercisi olabilir mi?
Bir an durup Hatay'ı hatırlayalım. Yıllar önce, bir köyde Suriyeli bir baba, "Barış, eve dönmek demek" demişti. O umut, bu zirvenin omuzlarında. Eğer toplantı, terör koridorunu kapatır, mülteci kamplarını boşaltırsa, işte o zaman yeni bir sayfa açılır. Ama sadece el sıkışmalarla kalırsa, Ankara'nın rüzgârı yine soğuk eser.
Sonuç mu? Bugün masadan kalkacak kararlar, sadece Fırat'ın ötesini değil, bizim sokakları da şekillendirecek. Barışın eşiğindeyiz, ama o eşiği geçmek cesaret ister. Siz ne düşünüyorsunuz?
Selam ve Dua İle
Zübeyt BOZKURT
0 Yorumlar